Wednesday, May 29, 2013

Babylon Soundgarden Istanbul 2013


İstanbul'a senenin Soundgarden'ının düşmesiyle yazın geldiği kesinleşmiş durumda güzel çocuklarım.


25 Mayıs'ta [geçtiğimiz cumartesi işte] Parkorman'da gerçekleşmiş olan festival hakkındaki minnak minnak notlarımı yazmak için anca fırsat bulabildim. Evet geç kaldım; ama günlerdir süren heyecanlı bekleyişinize, uykusuzluk gecelerinize de böylece son vermiş oluyorum.

Buyrunuz efendim;





* Bu senenin Babylon Soundgarden'ının benim için en büyük özelliği yeni Pozitif Live stajımdaki ilk in field'ım olacak olmasıydı. Senelerdir Türkiye'de ve Avrupa'da festival kovalayan bir insan olarak ilk kez bir festivale sadece "festivaler" (?) olarak katılmamış oldum.



Kolumdaki yeşil: görevli + sarı: all access görevli + pembe: seyirci + gümüş: kulis giriş izni bilekliklerim ve boynumdaki Pozitif Ekip + Soundgarden All Access kartlarımla bütün gün [- literally bütün gün; sabah 8'den itibaren Parkorman'daydım.] yaz başından beri gittiği tüm festivallerden kalan ne varsa atmamakla kalmadığı gibi üstünde taşıyan hevesli genç gibi dolaştım etrafta. Beni gördüyseniz bu şekilde fark etmiş olabilirsiniz yani. Bir ara heves edip sanatçı kartının üstüne bile yazdım adımı. ....wishful thinking stajyerin ekmeği. 




* Ana sahne harici sahnelerdeki ilk grupların 14:00'da çıkacağı [ana sahne: 14:30] ve kapıların 13:30'da açılacağı duyurulmuş olduğu halde 12:30'dan itibaren insanlar kapı önlerinde bekleme yapmaya başlamıştı .. ki o saatlerde henüz Biletix kendi gişesini açmaya bile gelmemiş haldeydi. 
Fashionably late'likten uzak kalmış bir millet olmamız hasebiyle festival damarlarımızdan birinizi koparıverdim o an.

* Yine de Soundgarden'ın esas olayı müzikse de tek olayı bu olmadığından, yalnızca müzik festivali olmaktan ziyade açık hava etkinlikleri, çimler vs derken şenlik havasında geçtiğinden çok da hava kararma geçliğinde gelmemek gerektiğini de tekrar tekrar görmüş oldum. Gün boyunca vücut boyama, tshirt tasarımı [Mavi standı], jonglörler, langırt, photobooth, Lomography destekli fotoğraf yarışması, şahane bir çeşitliliğe sahip plak standını da içeren Babylon pazarı, her cuma electro swing partileri yaptığını öğrendiğim İstanbul Lindy Hoopers gösterileri ve tabii ki vazgeçilmez favorimiz silent disco'nun da dahil olduğu pek çok etkinlik vardı. Bunların hiçbirine ilgisi ve/veya enerjisi olmayanlar için de çim üstü minderlere yayılıp yemeceli içmeceli şekilde güzel müzik dinleyerek akşamı bekleme seçeneği vardı. 

* Yemece içmece demişken; Hatay'dan Uzakdoğu'ya uzanan alternatiflerle yemek çeşitleri gerçekten zengin ve lezzetliydi. Fiyatlar da festival standartlarında değerlendirince normaldi. Belki para biriminin tl değil euro ve hatta pound olduğu ülkelerin festivalleri için daha normal kabul edilebilirdi gerçi ama senelerdir alışılmış olunanın haricinde ekstra bir durum yoktu. 
İçki konusunda kokteyller ve özellikle de [tekila & cardinal melon'lı olduğunu tahmin ettiğim -] karpuz frozen çok iyiydi.
[[.. bir kere daha tekrar etmek istedim, yeterince vurgulayamamışım gibi geldi; karpuz frozen ÇOK iyiydi.]]
Fiyat mevzuunda da içkilerin 17:00'a kadar happy hour kapsamında yarı fiyatlı olması avantajı vardı.
AMAA 22:30'dan itibaren festival alanındaki barların herhangi birinde herhangi bir kokteyl bulmak imkansız haldeydi. Mojitolar, margaritalar, cosmolar, frozenlar falanlar için gerekli malzemeler tek tek bitmiş haldeyken 23:00 gibi bira da bulunamaz oldu. Seçenekler votka ve viskiyle sınırlı hale düşmüştü ki meyve sularının da bitmesiyle klasiklerin boşuna klasik olmadıklarını hatırlatma misyonundaki votka redbull'larla başbaşa kaldık.
Gün içinde tahammül edilebilir sınırlarda olup saatler ilerledikçe [hak verilebilir şekilde] çılgınlaşan kuyrukların dışında mide ihtiyaçları açısından beni rahatsız eden tek sıkıntı içki stoklarındaki bu tükenmişlik sendromu oldu; ki bu da önceki senelere kıyasla büyük bir ilerleme sayılır.

* 3.5'tan 4 sahne genelinde eğlenen eğlendiren, coşan coşturan bir festivaldi bu seneki Babylon Soundgarden. 
    - ana sahne
    - red bull music academy (alternatif sahne)
    - parti sahnesi
    - shake & roll stage [buçuk sahne]


Ana Sahne'de Molotov Jukebox'a 4-5 şarkılık denk gelebildim. Daha önce dinlememiş olduğum bir gruptu ama enerjileri ve sahneye çıkmıştan çok partiye katılmış havalarıyla bir anda herkesi yakalamaları zor olmadı. Festivalin en çok sıfırdan hayran hayran kazanmış grubu olabilirler :)

Kings of Convenience katılımcıların çoğu gibi benim de line-up'taki en beklediğim gruptu. Dolayısıyla şimdi söyleyecek olduğum şeyi itiraf etmek benim için de zor, ama performansları esnasında ve sonrasında biraz hayal kırıklığı was involved.
Daha önceki Babylon konserlerine bir arkadaşımın ısrarıyla sadece I'd Rather Dance with You ve Misread'i biliyor olmama rağmen I'd Rather Dance with You'nun [ve bir de arkadaşımın tabii] hatrına gitmiştim; festival öncesinde merak ettiğim de daha çok o tip "sakin" konserlere [ki aslında eylüldeki Babylon konserleri bile optimumun hayli üstünde gürültülüydü] uygun bir tarzda ilerleyen grubun festival kitlesiyle iletişimini nasıl sağlayacağıydı. 
-- spoiler alert --
Cevap: (SAĞLAYAMADI.) şeklinde oldu.
-- spoiler alert --
Performansına hayal kırıklığı dedim ama aslında ses kalitesi vs çok iyiydi, sadece seyirci tarafında biraz uğultu/gürültü ve karşı tarafta da duruma yönelik memnuniyetsizlik hali vardı. Hemen birkaç şarkı sonrasında gelen "Ne tarz bir konser izlediğinizin farkında mısınız? Sadece iki gitar ve iki ses kullanıyoruz. Konuşmak isteyenler için arka tarafta bir sahne daha var, üstelik orada da bar var." azarıysa bence en az o sırada devam etmekte olan manasız uğultu kadar lüzumsuzdu. Sesin bas gitar bile kullanılmayan bazı şarkılara sahip bir grubu ne şekilde etkiliyor olabileceğini tahmin ediyorum, 'ne tarz bir konser izlediğimizin de' farkındayım, ama KoC'ın ne tarz bir festivalde nasıl bir kitleye çaldıklarının farkında olduklarından emin değilim. Özellikle kendilerinden önce çıkmış olan Molotov Jukebox'la enerjiler patlıyorken insanlardan bir anda düşmelerini beklemek gereksiz bir gerginlik yaratmış oldu. Zaten KoC sırasında alandan ayrılan insan sayısı dikkat çekecek orandaydı. KoC da yapmış olduğu 2 (iki) (İKİ) (iki!) "yavrum konuşucak bi konunuz varsa sınıfın dışında devam edin biz rahatsız etmeyelim!!!!!!" uyarısının ardından seyirciyi hala istediği kıvama getiremediğini fark etmiş olacak ki esas tarzlarından daha farklı şarkılarla devam ettiler; millet de Kings of Convenience eşliğinde dans etti falan. Biraz absürt anlardı.

Ana Sahne bir yana, benim için festivalin asıl highlight'ı Red Bull Music Academy oldu. 3 bin kişilik olduğunu öğrendiğim ağaçlarla çevrili o-kadar-da-gizli-değil cennetimiz alanda Red Bull Music Academy DJ'lerinin dışında da performanslar vardı. Müziği, ortamı, insan kitlesi ve danslarıyla festival boyunca en keyif aldığım anları bu alternatif sahnede geçirdim; zaten arkadaşlarımın da çoğu burdaydı. Alan gün içinde organik kokularla şenlenirken havanın da kararmasıyla organikliğin terk edildiği durumlara da şahit olunmadı değil tabii. Ama dediğim gibi ortam güzeldi, insanlar sevimliydi, müzik müsaitti.. Bu şartlar altında Red Bull Music Academy'nin kalplerin şampiyonluğuna tartışmasız yerleşimi kaçınılmazdı zaten. 

KoC'ın ardından ikinci en beklediğim isim olan Beardyman da Red Bull Music Academy'de sahne alanlar arasındaydı. Özellikle bu son sene içinde beatbox video'larını youtube'dan hatmetmelere doyamamışken canlısının daha da sevimli daha da eğlenceli olduğuna tanıklık etmek benim için çok mutlu bir deneyim oldu. Festivalimin en tatlı anları olarak Beardyman'ın performansı eşliğinde arkadaşlarımla takılmacalı dans etmeli [-kokteyl eksikliğini bir kez daha araya sokuşturmam gerek bu noktada.-] saatleri seçiyorum. Çok minnoş bir insansın Beardy. Aksanın da müthiş. .. işte bunlar hep ingilizlikten arkadaşlar ya.

Parti Sahnesi'nde Mehmet Tez'i görmeyi çok istiyordum; o saatlerde ofiste olduğumdan çıkamadım. Mehmet Tez'in geçtiğimiz aylardaki yine kendi setinden çaldığı Kiki partisini de ertesi sabah midterm'üm olduğu için kaçırmıştım. Bir gün izleyeceğim ama; minancımı kaybetmedikçe şansımı da kaybetmiş sayılmam.
Aynı sahnedeki Oldies but Goldies de o sıralarda yaşamakta olduğum Beardyman aşkı uğruna karambole gelmiş oldu, ama sanırım setin başında DJ Mabbas varmış. Babylon'daki Oldies but Goldies partilerinden de Mabbas'ın seçimlerinden de her zaman keyif aldığım için çakışmayan bir zaman dilimine konmuş olsa katılmak isteyeceğim etkinliklerden biriydi bu da.
Gerçi parti sahnesinde zaman geçirmiş olan arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla ana sahneye çok yakın olması sebebiyle parti sahnesi performansları genelinde ses biraz sorunluymuş.

Shake & Roll Stage'e uğrayacak vaktim bile olmadı.

* Tuvaletler hemen herkes için genelde festivallerin en sıkıntı yaratan konusu olduğundan arkadaşlarıma en çok onu sordum [ben ofisteki tuvaletleri kullanıyordum; sırf yazı malzememde gerçekçiliği arttırmak adına kendimi o derece ateşlere atamadım], kuyruk vakası bir event vazgeçilmezi olarak varlığını sürdürse de temizlik açısından beklenenin ve alışılmışın/alıştırılmışın üstünde olduğuna yönelik cevaplar aldım. 

* Festivalin bu seneki hashtag'inin #soundgardening olması şıktı; özellikle ezgisoundgardening'liği açısından mutlu etti.
Öte yandan kısaltma olarak bsg istanbul'un seçilmiş olması da başta benim gibi ergen ruhlular düşünülecek olduğunda biraz talihsizdi. 

* Yukarda da vazgeçilmez favori olarak bahsetmiş olduğum silent disco'ya Soundgarden içinde ayrılan alan mekanın toplam boyutuna oranlandığında makul olsa da optimum silent disco deneyimi için yetersiz kalıyordu.
Gün içinde kulaklıklar kafada dans ediyorken alakasız insanlarla çarpışıp durmacaların yarattığı ortam aydınlık havada festival silent discosundan ziyade perşembe/cuma gecesi İndigo'suna kayar gibiydi. 
Zaat saatler ilerledikçe kaçınılmaz olan gerçekleşti ve silent disco da kuyruklandı.

* Geçen-yine-ne-eğleniyoruz-arkadaş şipşak'çılarının şahı, rakipsiz liginin şampiyonu Tchane Okuyan da [bu senenin diğer Pozitif Live event'lerinde de sık sık olacağı gibi -] fotoğraf makinesi formuna sokmuş olduğu silahıyla kalabalıklar içersinde avlanmaktaydı. 
Hadiseye bir de thefuckisback açısından yaklaşmak isterseniz Çağan'ın objektifinden Babylon Soundgarden Istanbul 2013 manzaraları şu şekildeydi. [[mini mini hayal kırıklığı bimbo'su: tamamen aile çay bahçesi friendly görüntüler zinciri olmuş]]

* Fotoğraflamalardan bahsetmeye başlamışken tüm organizasyonlarda tekrarlanan profesyonel makine sıkıntısına değinmemek tabii ki olmaz, hele ki sene olmuş 2013BUÇUK iken bile, Bsg(!)!de bile, hala bile tekrarlanıyor iken..
Bilenlerin bilmeyenlere anlatmasını bekleyemeyeceğim olayın en öz hali şu ki; Türkiye'deki festivallerin/konserlerin neredeyse hiçbirine, yurtdışındakilerin ise çoğuna profesyonel bir "kayıt cihazı"nı amatör bir hevesle kombin ederek giriş yapamıyorsunuz. Şimdi bu kayıt cihazı bir tam teçhizat kamera olsa ve sizin derdiniz de bunu bir film festivaline düzeneklemek olsa gayet mantıklı bir yaklaşım/kural/yasaktan bahsedilebilirmiş. Fakat herkeslerin ellerindeki telefonların ortalama birer profesyonelimsi makine performansı yakalıyor olduğu bugünlerde kendini profesyonel hisseşmelerde deneyen amatörlerin ve amatör kalanların müzik festivallerine girişlerinde sorun çıkarmak nerden bakılsa saçmalık. Buna rağmen bu sene DE kapıda pek çok kişinin [ = amatörün, mostly] sırf yanında getirmiş olduğu profesyonel özelliklere sahip fotoğraf makinesini öncesinden bir basın kuruluşunun ya da kendisini freelance'miş gibi gösterecek herhangi bir başka kurumun ismi altında akredite ettirmemiş olduğu için problem yaşadığına tanık oldum. 

* Festivale geri dönecek olursak; olayın kendisi 00:00 gibi 'resmi' şekilde bitmiş olsa da özellikle silent disco'dan enerjisinin son kilojoule'üne kadar faydanlanmaya niyet etmiş azimli gruplar sayesinde kalabalığın kapılardan toplu dağılır hale gelmesi 00:30'u buldu. Ve bence festival genelindeki en büyük sıkıntı da burada başladı. Örneğin parçalarını ata ata 4 kişi kalmış minimsi grubumuzla biz 00:40 gibi kapıdan çıktığımız sırada metro şansımızı çoktan kaçırmıştık, araba desek gelirken park edecek yer bulması dönerken promil hesaplaması ayrı dert olduğundan seçenek bile olmamıştı, dolmuş falan zaten yoktu; ama her yol muhabbetinin ezberlenmiş finali olan taksinin bile bir ezberbozanlığa girişip bulunamaz hale geleceğini de tahmin etmemiştik. Gelgelelim ki yaşanan şey tam da bu oldu.
Çok fazla yaya trafiğine karşılık çok çok yetersiz sayıda taksi vardı ve bu durum bir diğer ezberlik gerçek olan taksici egosuyla tepkimeye girerek götüreceği-yeri-beğenmeyip-müşteri-seçen-taksici prototipini yine yeni yeniden end product olarak ortaya sürmekte gecikmedi. Yürünerek falan gidilebilecek yakıntlıkta mantıklı bir kendini-esas-vesaite-aktarım-noktası da olmadığından çareyi taksici amcalarımızdan birini yalvar yakar Taksim'e ikna etmekte bulduk. Ondan önce Levent'i ve Sarıyer'i birden fazla taksiciyle denemiş, her seferinde aldığımız redlerle kalplerimizi kırdırmıştık. Sonunda [normal şartlar altında 25-30 lira tutacak -] Taksim mesafesini taksimetre açmadan 45'e götürmeyi kabul eden amcaya teşekkürler eder haldeydik araca doluşmuş giderken.

İstanbul'un Maslak gibi merkezi sayılabilecek bir yerinde on binlerce genci bir araya getiren bir organizasyon varken metronun kapanışının bir saat bile olsa ileri atılması yerinde bir tatlılık olurdu diye düşünüyorum. Gecenin bir vakti, elimizde bırakılan imkanlarla [ = on foot.] ulaşılabilecek bir yer olmaksızın kalıverdik sokak ortasında. ..tehlikeli olabilirdi. Çok değil, daha bir ay öncesinde, 1 mayısta sırf bizim güvenliğimizi düşünerek tüm ulaşım yollarının önüne yatmış bir belediyeye yakışmadı bu duyarsızlık. :( Sırf oradan çıkanların "kafalarının biraz kıyak" olma ihtimali var diye mi yani?

* Son olarak; bu seneki Babylon Soundgarden Istanbul'la birlikte ortaya çıkmış bir ilk de Pazar Pazar Babylon etkinliğiydi. 
Festivalin ertesi gününde festival havasını kendi yuvasına taşımaya karar veren Babylon sayesinde hem pazar rehavetimizi hem de akşamdan kalmalığımızı Babylon Lounge ve Babylon'da atmış olduk.
14:00'da başlayan Delicatessen menşeli şahane açık büfe brunch 17:00'a kadar Babylon Lounge DJ'lerinin performansları eşliğinde sürdü. - ki bu da hayatınızda evinizde bile yaşayamamış olduğunuz derecede bir pazar chill'ini alışık olduğunuzdan çok uzak bir Babylon atmosferinde yaşayabilmek demek. 
..bir de Beardyman'le yan yana aynı ekmek sepetinden baget seçebilmek falan tabi. Kendisine karşı ani gelişmiş aşkımdan kaçıncı bahsedişim oldu bu, sayanınız var mı?
18:00 gibi Babylon'a geçerek KoC harici Bsg'ye eş bir line up'la güne devam ettik. Hep chill'lik hali esas tabii.
Bu esnada da Bloc Party konserine davetiyeler, Vodafone Istanbul Calling kapsamında gelecek başka grupların imzalı ürünleri ve Games of Thrones oyuncusu Natalia Tena'yla tanışma imkanı [alakayı henüz ben de kuramadım] dağıtılmış oldu; dağıtılma derken öyle dandun verilmedi yani de çekiliş falan işte. Anladınız. 
Benim Pazar Pazar Babylon'a yönelik en sevdiğim şeylerden biriyse [açık büfe brunch'ı dışında; ona karşı hepimizin güzel hisleri ortak zaten] bir Babylon Lounge klasiği 21:30'a dek süren happy hour haricindeki hediye kokteylimizdi. :)

No comments:

Post a Comment