Tuesday, June 4, 2013

Devletimizin Yardım Çağrısı: #direngezi


İlkokuldan itibaren öğretilir; insan sosyal bir varlıktır. Önce insan olduğunu öğrenirsin, sonra sosyal bir varlık olduğunu. İnsansındır, ve senin gibilerle, diğer insanlarla yani, birlikte yaşama ihtiyacı duymaktasındır.
Yaşın ilerledikçe insanlığının yalnızca “insan” sıfatıyla bitmediğini fark edersin. Etrafındakiler yine hep insandır, evet, ama çoğunlukla sana dikte edilenler, azlıkla da kendi yaşadıkların neticesinde bir insanı yalnızca insan olarak görebilmekten uzaklaşırsın; major insan kimliğinin altındaki minor sıfat çeşitlenmelerine takılır hale gelirsin. Kendine, yine çoğunlukla çevrence sana layık görülüp dikte edilenler, azlıkla da kendi fikir ve çıkarımlarına dayanarak bir kimlik yakıştırıp edinirsin ve sosyal bir varlığın toplum içi asosyalleşme oyununa başlarsın. Etiketlerinin senin etiketlerinle iyi bir kombin oluşturmadığına inandığın [- kafanda o şekilde kodlatılmış olan] kim varsa kendi sosyalliğinden itmek, onunla ortak bir sosyalliği paylaşamayı reddetmek kendini var etmenin altın kurallarından biri olmuştur artık. Sosyal var oluşun temel şartlarından biri de içinde bulunduğun gruptan kabul görmektir çünkü, ve sen “karşıt” taraflarla samimileşerek kafa karıştırmak istemezsin.
Bu karşıt taraf  mevzuu başlı başına kafa karıştırıcı bir durum ama. Çoğu zaman asıl mesaimiz olan karşıtlarımızı teşhis ve ötelemeden fırsat bulup sorgulayamadığımız bir nokta olarak; kimler kimlerin hayrına belirlemiş bu karşıtlıkları? Kim neden istemiş herkes yekpare bir insan bütünlüğü içinde olabilecekken vatandaşlıklara, milliyetlere, din kardeşliklerine bölünmüş olmak yetmiyormuşçasına bir de onların içinde sınıfsal parçalanmalar yaratmayı?
Bizim 3 tarafı denizlerle çevrili cennet [ve tutkuyla sevilen ve yalnız ve güzel -] ülkemizde tarımsal ürün, iklim ve bronzlaşmayıp kızaran rus turistten sonra en zengin çeşitliliğe sahip şeydi mesela toplumun içindeki küçük küçük sınıflar.